Perşembe, Temmuz 30, 2009

ANLATILAN SENİN HİKAYENDİR -Karl Marx

Benim hikayem….
Senin hikayen….
Hikayelerimiz var 17 ınc monitörlerde dünyanın uzak, yakın köşelerinden yazıyoruz, bulmaya çalışıyoruz hikayelerimizi, cümlelerden, fotoğraflardan, şarkılardan, sözlerden bize yakın olanları…
Arkadaş listeleri 30-40-100-300 ama ….
Aslında haykırıyoruz kalabalıkların içinden…
İsimler onlarca, yüzlerce bir yerinden girmiş hikayemize uzak yakın akrabalık,işten güçten yada hayatın bir köşesinden geçerken.
Ama hala özlemi, sızısı içimizde ilk gençliğimizi arıyoruz, özlüyoruz, kaygısızca paylaşımlarımızı, saf su gibi duru ruhlarımızı ,geri istiyoruz elimizden sonsuz acılarla alınan düşlerimizi ve yalnız ölmek istemiyoruz sesimiz sesimize değsin….
Biz vardık....örselendik, korkutulduk, parçalandık ama vardık.
Tarihler boyunca milyonlarca insanın yüreğinde söylenen kardeşlik, eşitlik ve güzel dünya düşlerimizle…
Ve varız…yorgun , acılı... hala düşleri olan…
30.temmuz.2009

Perşembe, Temmuz 23, 2009

GÜN ( E ) DÖNDÜ GÜNE BAKAN

Arabayı sağa çekip ,sapsarı tarlaya dalıp, aralarında durup, gün döndükçe dönmek geldi içimden.
Arabayı sağa çektim,asfalt kenarındaki güne bakanların asilerinden biri çıktı yoluma ;
‘ ‘ inanman gerek ve bizimle kalman ve gün döndükçe dönmen,bak ben asfaltın kenarına kadar kaçabildim ancak.’’
Ve seyrettim güneşe aşk mı? Yoksa güneş olma arzusu mu? Hep güneşin ardı sıra gitmek.

Ve anladım ki tarladakilerden çok kaçanları sevdim…Asi günebakanları, tarlaya sığmayıp yola çıkanları…

Ve düş kurdum…güneş o asi günebakanı fark edip hep onun peşinden koşsa,asi bir günebakana aşık olsa, güneş aşka düşse…

19.07.2009 Pazar günü
GÜNDÖNDÜ TARLALARINDA GÜNE BAKAN ‘ ‘ moon’’

Çarşamba, Temmuz 22, 2009

MAHALLEMDEKİ FİLM SESLERİ –YAZLIK SİNEMAM

Ben çocukken çok sıcak olmazdı yaz geceleri…
Ben genç bir kız olduğumda da sıcak olmadı yaz geceleri…
Benim bol yıldızlı,tahta sandalyeli yazlık sinemam vardı…çocukluğumda ve ilk gençliğimde…

Hava kararınca; amerikan süvarilerinden kaçan bir Kızılderili kabilenin arasına karışıverirdim çoğu geceler,ata binip dörtnala koşarken yada nehir kenarında ateş yakıp Kızılderili ezgilerini söylerken hiç hava sıcak olur mu, en sevdiğim kabile reisi öldürülürse
Nasıl buz keser yüreğim yazmış ,sıcakmış …
Yada nefesimi tutmuş polisiye bir macerada Paris sokaklarında yağan yağmurda sıcak mı ? ne sıcağı…

Kimi geceyse terkedilmiş Meksika kasabalarından geçen ve kötü kalpli kovboylara meydan okuyan yakışıklı bir kovboyun yanı sıra dolaşırken, esen çöl rüzgarlarında mevsimin farkına mı varılır..

Bindokuzyüz yetmiş sekiz yazında Grease filminde Sandy ve Danny’nin aşkı beyazperde de, gökte yıldızlar…etekleri uçuşan bir genç kızın yüreğinde kanat çırpan kelebeklerin rüzgarı bahar eder geceyi de sıcağı da..

Oysa onbeş yıldır tahta sandalyeler gitti gideli;
yıldızlar,
yaz serinliği,
çekirdek çıtırtıları,
alaska- frigo,
buz gibi gazoz,
gece yarısı mahalleyi dolduran Kızılderili şarkıları,
nal sesleri,
yağmurun tıkırtıları hepsi hepsi gitti…Sadece kavurucu bir sıcaklık sardı…

İklim değişirken dünya da,yazlık sinemam da ,renkli ampullerin aydınlattığı giriş kapısı ve haftanın filmi afişlerinin asılı durduğu bol ışıklı camekan da,, esintili yaz serinliği de yenik düştü…ne ılık yaz rüzgarlarıyla mahalleye yayılan film sesleri,ne serin uykular,ne de umut dolu rüyalar kaldı…

21.temmuz .2009

Cuma, Temmuz 10, 2009

BİR TAVŞAN, BİR TİLKİ , BOL YILDIZ


Sevgili Datçam her gelişimde hep başka bir halinle kandırıyorsun beni,bende kanmaya çoktan razı....






Önce bol bol bol yıldızlı bir gece, kayan yıldızlar ve düşler sundun gece ilerledikçe samanyolu saçılıverdi zifiri karanlığa...
Sonraki gece tilki gözleri ile karşı karşıya kaldım ayın aydınlığında uçuşuverdi kuyruğu...her gece bahçeye tilkilere su koyan arkadaşımada teşekkürler, bir tilki ile gözgöze gelebildiğim için.

Sevgili ürkek dağ tavşanım, farların önüne fırlayınca çok şaşırdım ve çok kızdım insanlığa,dünya sadece insanlara ait değil, dünyayı paylaştığım uzun kulaklı dostum çok güzeldin.







Datça- Mesudiye köyünde sessiz sepsessiz geçen gecemden


19/20/21/22/ haziran/2009 yılı..

HAZİNE SANDIĞI KAHVALTI MASASI

Kahvaltının dayanılmaz cazibesi ...Mutluluğun resmi mükellef bir kahvaltı masası olabilirmi ?

Uzun yollarda sabaha karşı verilen molalarda,hep bir mutluluk tablosu çarpar gözüme kahvaltı masası başındaki uzun yol şöförleri ve muavinleri. Sanki çocukluğumdan kalma bir fotoğraf karesi gibi; ele geçirilen hazine sandığının içindeki renkli taşlara,pırıltılı mücevherlere bakan gözlerin heyecanı ile bakarlar kahvaltı tabaklarına ama hakkınıda verelim hazine sandığı gibidir kahvaltı masası.
Reçellerin renkliliği,peynirlerin beyaz saflığı,yumurtanın dik başlılığı,zeytinlerin parlaklığı,tereyağının balla dansı hele birde çörekler varsa ,ekmeğin akıl çelen kokusu,dometesin sulu dolgun kırmızılığı ve çayın sıcak dostluğu...

İşte budur masa başındakilere huzurlu ve sukunet dolu bir tebessüm sağlayan.Çay yudumlanır kendi içinde bir ahenkle, kahvaltılıklarsa her lokmada mutluluğun resmidir...bence..

22.06.2009 haziran yaz gecesi
Uzun yolların mola yerlerinde moon'u mutlu eden tebessümlerden

BU BAHAR PUSLU BAHAR























Bahar bir karıştı ve sarı sarı hardal çiçekleri yeşilliklerde 
sarı bir rüzgar gibi dalgalanıyordu.
Güneş ılıktı, rengi turuncu sarı, 
ama daha bir karıştı buğdayların boyu,
hardal çiçekleriyse sapsarı.

Sanki şehirden kırlara kaçtığımda baharın pusu gidecekti ama anladımki 
bu bahar şehirde koyu gri puslu...kırlarda ise açık gri puslu...yeşilde,sarı hardal çicekleride silememiş baharın pusunu...
BU BAHAR BENİM PUSLU BAHARIM...
TARİHE NOT DÜŞÜYORUM 2009 BAHARI PUSLU BANA 12.nisan.2009

Çarşamba, Nisan 08, 2009

YOL HEP YOL HEP YOL


Yollar olsun önümde ucu hep daralan yada buharlaşan ve merak olsun içimde sonunu bulmak için yolların....
Ne de severim yollarda olmayı ve araba kullanmayı...hiç yorulmam ,
hiç sıkılmam...
otobanlar olmasın ama...
Acelesi olmayan yol sevdalılarının yolları şehirlerden geçsin, köylerden kasabalardan ....
Kırmızı ışık bazen bir köy kahvesinin önünde yansın, masada oturan kasketli yaşlılar herzamanki aldırmazlıkları ve meraklı donuk gözleriyle baksın ve bende gözlerinin bebeklerine bir tebessüm göndereyim...Yeşil ışık yanıp da ben gidince masalarında on dakika sohbetim dönsün ...trafik ışığı dibindeki bir kahvede oturanların gözbebeklerinde tebessümüm kalsın...
Yada yaya geçidi tam da bir kasaba bakkalının önünde olsun ben durayım yaşlı bir kadın geçinceye dek tebessümüm taburede oturan bakkala ve önünde bekleyen çocuklara yayılsın..
Bazen kırmızı ışık da durduğum yer, gelişmiş bir ege kentinin telaşlı sabahında bir otobüs durağı olsun. Durakta gençkızlar olsun , liseli öğrenciler ve ben camı açıp günaydın dediğimde şaşkın bakışları gözlerime ulaşmadan yeşil ışık yanıversin...
Bir rampada halden anlar bir kamyoncunun arkasında kalsam bir süre böyle yol alsak ve kamyoncu yolu görüp emin olduğunda hafif sağa yanaşsa camdan koluyla ''hadi şimdi geç yol güvenli'' dercesine yol verse korna çalıp ve el sallayarak teşekkür edip önümde uzayan yola koyulsam...
Ege kıyılarında çam dalları arabanın camına değse, çam kokusu yüreğime dolsa ...ah ben yollarda olsam... (08 nisan yılda 2009 yer istanbul da bir ofis ...oldumu şimdi ...)

Cumartesi, Nisan 04, 2009

başlık ; yok

Bir öyküde kahraman olmak mı güzeldir...yoksa anlatmak mı...yada hem kahraman olmak hem anlatmak mı...
Hayat bir öykü ,öykülerde hayat...sıradan bir kahramanda olsak sıradan bir öyküde...altını çizerek yaşayalım anların ve yaşadığımızca anlatalım kendi öykülerimizi...Sıradan hayatımızın sıradan öykülerini..
yine 4 nisan 2008 ve yine istanbul puslu baharımda

BAHARA DAİR




BAHAR İSYANCIDIR...


Evet soralım bakalım sevgili yüreğimize ne kıpırtılar var bu bahar.. Bakalım dünyaya ne isyancılar var bu bahar...
Ve ....soralım geçen baharlara ne isyancılar vardı ....
Tüm baharlar isyan dolsun ...tüm isyancılara selam olsun...
4 NİSAN 2008....(İstanbul baharı puslu bana)


KELİME, KELİMELER , CÜMLE...

Neden korkulur kelimelerden...
Başlangıçların yada çoşkulu anların içindeki kelimelerle var olur bazıları...sadece çoşkulu anların ve duyguların kelimelerindedir hayat onlar için.Oysa öyküler de bütün kelimeler vardır. Sevinç,hüzün,ihanet,acı,ayrılık tüm duyguları anlatan kelimeler oluşturur öyküleri tıpkı hayat gibi...Öyküleri yürekten anlatanlar,hayatıda yürekten yaşarlar ,asla kelimelerden korkmazlar...Kelimelerden korkup cümleler kuramayanlar yüreksizdir...korkaktır.
Bazen öyküler biterken iki kelimedir yada üç kelime bir cümleyi oluşturan ve zordur söylemek cesaret ister, yürekli olan söyler korkak olan kaçar.
Ne büyük korkaklıkdır kelimelerden kaçmak ...Hayata dair herşey sözlerimizde ,sözlerimiz....cümlelerimizde, kelimelerimizde, cesur olanların dilinde ,kaleminde...
KORKMAYANLARA (04.nisan .2008)

Pazar, Mart 29, 2009

KIRMIZI BLUZUM BAŞKA KIRMIZI

İplik, kumaş, düğme, baskı, süsler...bir bluz yada etek ,pantalon veya palto, kaban ne olursa adı her giysi bir öykü;
Kumaşı dokuyan nazım usta 59 unda 14 yaşında başlamış çalışmaya 4 çocuk var evde sabah mesai başlar ve bitene kadar ne kumaşlar dokur bilirmi acaba en sevdiğim kırmızı bluzumu her giydiğimde ona teşekkür ettiğimi...ne o beni tanır ne de ben onu...

Makineci sebahattin usta 41 inde bugüne kadar diktiği milyonlarca bluzdan biri benim giysi dolabımda...ve kırmızı bluzuma her dokunduğumda makineye iplik takışını düşünürüm,sonrada tombul yanaklı oğluna aldığı ayakkabının parasında benimde katkım olduğunu.

Elif'in emeği ve alınteri nakış olmuştur bluzumun yakasına ve elif'in bebeğine süt ve mama parası...

Elvan ütülediği her bluzla çeyiz alır,düşlediği evinde yaşayacağı günlere umutlar atar çeyiz sandığına ...

Emekle üretilen her nesnede binlerce hayat vardır, binlerce öykü..hiçbiri sadece bluz, ayakkabı, koltuk, sehpa,tencere değildir...

Nazım usta,Sebahattin usta,Elif gelin,Elvan kız ve milyonlarca emek, alınteri...kimbilir günün hangi saatinde, hangi rutubetli bodrum katı atölyede ve radyo da hangi hüzünlü aşk şarkıları çalarken diktiler kırmızı bluzumu ve hangi umutlar yeşerdi içlerinde yada hangi umutları kırıldı...
Ve belkide düşündüler bu kırmızı bluzu giyecek kadın kim ?

Ben aynanın karşısında bir kez daha bakınca kırmızı sevdiğim bluzuma daha da ışıltılı bir hal aldı nar çiçeği kırmızı..... AĞUSTOS 2008 -İstanbul

Cumartesi, Mart 28, 2009

ADA ...CUNDA.... ADA

Kimbilir kaçıncı gelişim adaya...Onlar yol yapmış olsalarda üstelik bide köprü yoldan gidilsin ada olmasın dercesine oysa hep adadır benim için asla kabul etmem CUNDA adadır.

Taş kahvenin önünde sonbahar güneşine verdiğimde yüzümü, papalinalar mideme inmişti bile,sırt çantamı alıp yürümekten hiç bıkmadığım cunda sokaklarında yürümeye başladım hiç bitmeyen heyecanımla ..

Evlerin camlarından içeri baktım ve hemen hikayeler uydurdum her ev için bir hikaye...

Tepeye tırmandığımda aylardan kasım olmasına rağmen sıcak iyice basmıştı montumu çıkardım...Değirmen restore edilmişti bu yaz geldiğimde henüz bitmemişti...Mavi sandalyelere oturdum ve bir fincan ada çayı istedim içinde limonuda olan , çayımı yudumlarken adayı seyrettim içiçe evleri, çatıları, daracık sokakları. Sonra en çok sevdiğim şeyi yaptım koşar adımlarla iniverdim yokuşdan aşağı az önce seyrettiğim daracık sokakların arasından geçiverdim. Kedili sokakta durdum, sokağa bırakılan mamalarını yiyen ve güneşin sıcaklığıyla uzamış kedileri sevdim ...mutlu oldum ...

kasımın ilk günü yıl 2008

Perşembe, Mart 26, 2009

SİYAH BİR ÇERÇEVE İÇİNDE ÖLÜM

Zincirleme telefon çalışları duyurdu haberi...Nekadar az kişi kalmışız ,yaşlanmaya başlayan yüzlerimizde,yıllardır direnen gençlik umutları tutunamaz olmuş.Gün kaygılı ve griydi... Şaşkın gözlerimiz adli tıbbın renksiz ve ruhsuz kapısındaydı.
Böyle yaşamayacak ve böyle ölmeyecektik. Ölümsüzlüğe adanan hayatlardan arta kalan yorgun umutlarımız artık gözlerimizde cılız bir kordu, küçük bir kıvılcımda alevlenmek isteyen ...
Siyah çerçeveli bir ölüm ilanı...
25 ocak 2009

ŞEHRİN BOĞDUĞU GECE SESLERİ



Sokak köpeklerinin geceye yol gösteren dost sesleri duyulmuyor çok uzun yıllardır.


Tek hav lamayla başlayıp koroya dönen ve kalabalık pati patırtılarının eşlik ettiği. Kısa sessizliklerin ardından hemen beceriksiz bir koronun çıkardığı seslerle devam eden,güven veren.... ve benim rahat uyumamı sağlayan gönüllü güvenlik güçleri yok sokaklarda,bazı geceler geç saatlerde rastlasamda sayıları iki,üçü geçmiyor.


Çocukken sadece evimde değil,yatıya gittiğim başka semtlerdeki evlerde de hep huzur vermişti bana havlama korosu eşliğindeki pati patırtıları ordusu.

Sessiz ve korkutucu gecelerde ne zaman uykum kaçsa uyuyamayıp anneme sesleneceğime geceyi dinlerdim....

Ve hemen koşa koşa gelirdi benim gece bekçilerim telaşlı havlamalarıyla uykuya dalardım.

Evin içine çizgili perdelerden süzülen loş ışık ve dışarıdaki kalabalık dost telaş dinginlik verir idi. Sabahları okula giderken en sert bakan ve beni en çok korkutanın liderleri olduğunu düşünür, korkak bir tebessüm yollardım gece koruyucuma...
14.03.2009 İstanbul ve gece...



Pazartesi, Mart 23, 2009

TATİL AMA BİRGÜN ... UZUN BİR GÜN








İş değişikliği nedeniyle yaz tatili yapamadan yaz bitmişti.Birgünlük izin verdim kendime,ekim ayının onuncu günü yağmur yağma riskine karşı her tedbiri aldım. Sırt çantamıda alıverdim tatil tadı iyice içime dolsun diye...istikamet BURGAZ ADA.

Ah ne severim bu adayı,evlerini,sokaklarını,şehire yakın ama çok uzak oluşunu.Tepeye kiliseye kadar çıktım.Acıktım balık yedim ve martıları seyrettim.Ve limanda duran kocaman bir martı ile arkadaş bile oldum.Ne iyi geldi bana bu birgünlük tatil.Akşam vapura binince yağmur başladı...

Gün güneş içinde eşlik etti bana ekim ayı anladı bir günlük kaçamağımı kıyak yaptı bana .

10.Ekim.2001

Çarşamba, Mart 11, 2009

SEVDALI PİRİNÇLER SEVDALIYA

Bazen sıradan bir dolmadır tabağımıza gelen yada patlıcan yemeği,börek,sütlaç sıradandır.Pirinç pirinçtir,dolmabiber dolmabiberdir,domates domatesdir.
Oysa bazı anlarda.
Bambaşka olur herşeyin tadı zeytinyağlı biberdolmasıdır adı ; ama onu dolma yapan bir öyküdür aslında,yada bir aşk masalı , kahramanları pirinç, dolmabiber,zeytinyağı....
Ve o gün, onlar günün kahramanı olacaklarını sabahtan hissetmişlerdir.Ve herbiri çok farklı bir albeni ile duruyordur markette raflarda,sepetlerde.Bir kalp atışıdır sabahtan beri sokakları saran,heyecan dolu iki eldir onları fileye dolduran.
Biberler yıkanıp,pirinçler kavrulurken aşk melekleri uçuşup konar,sevda öyküsüdür artık herşey dolmalık fıstık,kuş üzümü,tarçın ...ve tenceredeki her tıkırtı asla unutulmayacak bir aşkla lezztlenir.
Aşka dair tüm aromalar ve lezzetler geçmiştir artık o dolmaya....
Eğer içinde aşk varsa yemek ne olursa olsun o artık asla sıradan dolma,patlıcan yemeği,pilav,sütlaç olamaz,onlar artık bir aşkın kahramanıdırlar.
2008 yılı,mevsim yaz ve aylardan temmuz ...

Pazar, Mart 08, 2009

KOMOTİNİ - GREECE ve ANNEM




Gümülcine yazan kısmı beğenmedi konsoloslukdaki bay yorgo, pasoport dairesinde düzelttik Komotini oldu..

Annem ve ben Komotinideydik.

Ve gece annem 1950 lerin başında 10 yaşlarında bir kız çocuğu oluverdi, bir dünya savaşı ve iç savaşı sonrasının tüm yoksulluğunun yunanistanında.Marika elinde bir bakraç yoğurt bir tencere çorba yoksulluk kokan bu evin daracık kapısını çaldı, avludan sesi geldi Nerimanın kısıkdan geçti kapıyı açtı.Boğazımda bir koca düğüm yutkunamadım...
Sonra iki gençkız geldi anılardan sarı saçlı yeşil gözlü annem,siyah gür saçları iki örgü ,kalın kaşları, kocaman kara gözleleri ve kirpikleri kıvrık marika... ikiside ne kadar güzeldi. Önce fısıldadılar derleştiler,sonra bir türkü tutturdular birazı rumca birazı türkçe yanık içten ve çok mutlu oldular 50 yıl önce de şimdi de türkü onları çok mutlu etti.
Camdan baktım çocukluğundan beri dinlediğim saat kulesi de ,cami de annemin anlattığı gibiydi ve hala aynı yerindeydi..Odaya döndüm hep yoksıllukdu anlatılan hiç bilemediğim bir yoksullukluk boğazımdaki düğüm iyice sıkıldı. Lefter farketti göz yaşlarımı ah kuzum üzülme dedi ben annenden daha yoksuldum, herkes yoksuldu herkes dedi...
Siesta zamanı çarşıda dolaştım,tatlıcı dükkanlarını gezdim,kahve kokusunu çektim içime...Elimdeki çantamda çocukluğum boyunca dinlerken sanki tatlarınıda bildiğim annemin bir türlü unutamadığı tadlar vardı; karyokalar,kavala kurabiyeleri,karpuz reçeli,krem vanilya,çarşıyı saran kahve kokusunuda paketlemiştim...herşey çok boldu küçük nerimanın yoksulluğu unutulsun diye...Platiya da bir cafede oturdum devasa bir bardak da yunanlıların muhteşem lezzeti frappeyi yudumladım...
Eve geldiğimde annem,marika ve lefter altmış dört yaşında birçok insan gibi yarı rumca yarı türkçe tansiyon ve şeker ilaçları üzerine konuşuyorlardı...ve annemin elli yıldır tadını unutamadığı fırında pişmiş domates dolmasının kokusu sarmıştı evi.
Dört gün boyunca annemim doğduğu sokak da tamda evlerinin karşında marika ve lefterin güleryüzü ve sıcacık dost yürekleriyle dolan evlerinde...annemim kah çocukluğunda,kah gençkızlığında dolaştım durdum. Odos otonos - Komotini- Greece de rumca başlayıp türkçe devam eden şarkılarda...Yassu marika ,yassu lefter.
23.Nisan.2007 komotini-gümülcine

YAZMAK

Sayfalarca yazmak istiyorum rahatlatıyor beni,kendimle paylaşıyorum sevdalarımı,acılarımı,sevinçlerimi,umutlarımı,yok oluşlarımı ve herşeye rağmen varoluşlarımı.Bir başka yalnızım yazarken harflerin,kelimelerin,cümlelerin içinde sayfalarda.

Yalnızım ama çok güzel bir duygu, hiç bir mantığa esir olmadan yüreğimce dolaşıyor kelimeler usumda,damarlarımda,bedenimde.Mantık yok,kahredici kurallar yok yüreğimce yazıyorum arınmış, tertemiz. Dün gece geç saatlere dek yazdım.Bu sabah da aynı istekle geldim işe, o kadar sıkı çalıştım ki işlerimi çabucak bitirdim ,yazmaya vaktim kalsın diye...İşletmenin içinde o korkunç gürültüde büyük bir şenlikle dolaşıyordu kelimeler yüreğimde , beynimde dökülüvermek için bembeyz kağıtlara...Yazmak, yazmak,yazmak varoluşumun en önemli kanıtı.
1983 yılı 24 ocak

Cuma, Mart 06, 2009

TARÇIN KOKULU ŞEHİR



Bazı şehirlerin kokusu, tadı ve sesi vardır.Sadece gözlerimizden geçerek kaydolmaz anılarımıza,burnumuzda tüter kokusu ,damağımızda tadı, kulağımızda melodisi.

Uçaktan inip otele gelirken tarçın kokusu sokakları sarmıştı. Ve hiç alışık olmadığım bir soğuk tam bir orta avrupa kışı kuşatmıştı geceyi. Yüzlerce yıldır binalar gibi soğuk da aynı kalmıştı.Yeni bir şehre ilk gelişimde olduğu gibi kaybolma isteğim sarmıştı benliğimi yitip gitmeliydim bu şehirde ...zamansızlıkta...Biliyordum ki; hiç bir şehir içinde kaybolmadan keşfedilmez . PRAG görmeyi en çok düşlediğim şehir keşfe hazırım.


Tarçın kokusunu keşfettim önce sıcak şarap ve ''TRDLO'' denen halka çöreklerden çıkıyordu bu nefis koku... viyolonsel,akordeon,saksafon ve bateri eşliğinde filarmoni orkestrası elemanlarının çaldığı müzik tüm şehire yayılıyordu. Gotik ve romantik olmayı becerebilen büyüleyici masal şehrinde hem bu zaman da hem yüzyıllar öncesindeydim.Şehirde üç gün boyunca süren kaybolma serüvenimde kral yoluna giden kapıya her gelişimde sert ve hızlı nal seslerini arnavut kaldırımlı dar sokaklarda çınlatarak ,büyük bir atın üstünde,savrulan peleriniyle kral dörtnala geçti yanımdan Charles Köprüsünden geçip tepedeki saraya gidene kadar duydum nal seslerini...

Vaslav meydanında tramvay cafe de PRAHA kentinin taksicilerini seyrederken birden KAFKA göründü , şimdilerde türk hava yollarının mülkü olan bürosuna geliyordu.Sabah böceğe dönüşerek uyandığı odasından ,charles köprüsünün kıyısındaki evinden çıkmış... insanlığın büro kağıtlarından zincirlerini kırmak için .. Sonra birden cıvıl cıvıl oluveriyordu meydan ,havaya asılı kalmış ortaçağ kış soğuğuna inat, bir sokak satıcısından tarçınlı sıcak şarap içip şehri koklarken ben..güzel çek kızları geçiyordu yanımdan katkat giyinmişliğime nispet, incecik çorapları mini etekleri ile..

Meydanın neresinde olursam olayım o iki sivri kule beni gözetliyordu, astronomik saatin içinden 12 havari geçerken gong sesleriyle birlikte , ışık hızıyla kulenin merdivenlerini çıkıyordum .Kuleden meydana bakıyordum, nal sesleri inletiyordu meydanı.

Prag baharında oluveriyordum,daracık sokaklardan çıkan gençler dolduruveriyordu meydanı,tanklardan kaçmaya çalışırken fotoğraf makinem düşüyordu,özgürlük esiyordu binaların arasından bahar tazeliğinde ...ne bakmakdan,ne yürümekden, nede koklamakdan yorulamadığım ve doyamadığım masal şehri praha....


21-22-23 aralık 2007 PRAG





Çarşamba, Mart 04, 2009

GÜNDÜZ DÜŞLERİM


ayak üstü düşler görüyorum; kırlarda oluyorum kimi zaman ,en çok da hamak görüyorum ,birde dereler..suların sesi ,derenin berraklığı ve içindeki taşlar..taşlar bile benden daha canlı, su akıyor ve yeşil yeşil yosunlar, suyun içinde minik balıklar, yosunlara geliyor..ve ben yemyeşil kırlara uzanmışım...yanımda bir sepet içinde şarap ... çıplak ayaklarım da çimenlerin nemi sanki mucivezi bir merhem gibi parmak uclarımdan bütün vücüduma yayılıyor ...şarap tatlımsı ve her yudumda bu kez başımdan ayak parmak uçlarıma kadar yayılan yumuşak ve tatlı şarap tadında bir duygu ve sukunet..ve tüm varlığım eriyor çimde başım dönüyor ama şarap değil döndüren..ağaçların yaprakları arasından sızmaya çalışan güneş , çünkü güneş beni fark etti..yapraklar kımıldadıkça esen tatlı rüzgarla güneş aralardan kaçarak bedenime ulaşıyor,bir an yüzümde ,biran saçlarımda .biran ellerimde ..şarap,güneş,çimler ve dereden yayılan tılsımsı müzikve göz kapaklarımda , güneşin verdiği kıpkızıl ışık , güneşli hayallerimin en güzel rengi.çektiğim bütün acıları ve hayatı unutturan o mucizevi kızıl ışık..Sadece mutlu derin bir boşluk bir hiçlik içindeyim..gündüz düşlerimde ...güneş tüm bedenim de yeniden varolabilmek için...(02.06.2006)

Salı, Şubat 17, 2009

SEVGİLİ NİHAT AĞABEY

datçada zaman yekpare derdin ya...dünü ,bugünü, yarını yok , işte sende datça gibiydin zamana sığmayan bir enerjin vardı, çocuk ,genç,yaşlı sen her yaştaydın, hep seni düşünürdüm çok zorladığında hayat beni , yazmaya olan umudumu yitirmezdim seni düşününce, kimbilir kaç dost sohbetinde paylaşmışımdır senin öykünü, kişisel gelişim eğitimi veren arkadaşlarıma ''başka ülkelerin insanlarını'' örnek vermeyin nihat abi en güzel örnek diye anlatmışımdır...ve kimbilir kaç insan anlatıyordur senin öykünü...
ne güzel yaşadın dolu dolu ve örnek olduğun hepimize...
ve izin asla silinemeyecek çünkü; yazdığın öyküler kadar gerçek bir öyküydün ve bir yol aydınlatıcısıydın ..
ışığın hep bizlerle kalacak.
toprağın bol olsun