Cuma, Şubat 28, 2014

mutlu bir hafta sonu...


ben kırlarda dolaşamasam da 
kır çiçekleri hiç eksilmedi evimden.


harikuladeler, bembeyaz.














Perşembe, Şubat 27, 2014

mutfak mevzuları...

fasulye, nohut, mercimek, bulgur,
böyle de post olur mu? demeyin bal gibi olur.
Marmaris'e hastaneye gittim dün,
kırılan minnak ayak parmağım nasılmış? göreyim dedim.
bir röntgen filmi vasıtasıyla gördüm ki; gayet iyi,
lakin dolaşmaya, yürümeye  15 gün daha izin çıkmadı.
hal böyle olunca, arşivde fotoğraf  da kalmayınca,
yaratıcı bloger konumuna geçip, 
evin içinde,  ne gördüysem, kareledim.
Kavanozlar, gözüme pek güzel göründü.

Sepetlere gelince,
küçük bir mutfağım var, dolap üstü sepetler çok işe yarıyor.
hepsinin içleri dolu...


renkli ne varsa, dizdim duvara,
figürasyon da çalışacaklar...
yaz sonundan beri yaptıklarım dan.
turşular, reçeller, domates sosları...


 sepet altı raflar da ise,
dizi  dizi kavanozlar, kutular...
teneke kutuları çok severim, görünenler bir kısmı.
 ördekli kutum hariç, ıkea üretimi hepsi.
ördekli olan elbette ki; kıymetlim.

mutfak mevzuları bugünlük burada biter.
gelecek günlerde ev içi çalışmalarım devam edecek...
TRT 'nin yıllar öncesi yayında arıza olduğun da, 
ekrana ''necefli maşrapa'' koyması gibi oldu ama,
elimden gelen budur.

Salı, Şubat 25, 2014

çam ağacının gölgesinde olmayı özledim...

yaz gelse, şöyle uzanıp çam ağaçlarının gölgesine,
gökyüzünü seyretsem...



özlemle,

arşivimden kareler...

Cuma, Şubat 21, 2014

hafta sonu dileği...




anemonlar kırlardan,
vazo babaannemden...


ben bu vazoyu görerek büyüdüm,
içinde bazen taze çiçekler,
bazen yapma çiçekler olurdu.


ama hep o huzur dolu evde, sehpanın üzerinde dururdu.

huzur dolu geçsin hafta sonunuz.

Perşembe, Şubat 20, 2014

dalında çiçek, sepette limon...

ayak parmağımı kırmadan bir gün önce, 
toplanmıştı limonlarım,


limonları topladım.


ben ,olağanüstü bulmuşumdur, bu hali,
limonlar dalında olduğunda, 
limon çiçekleri de başlar açmaya.


hem meyvenin, hem çiçeğin kokusu,
mest eder...


limonlar toplandı, bakalım neler yapacağım limonlardan.

önümüzdeki günler de,
limonlu tariflerim olacak anlaşılan...

Çarşamba, Şubat 19, 2014

hepsi hepsi yirmibeş kare...

2010 yılının nisan ayı olsa gerek, tarih atmamışım,
Sirkeciden - Halkalı'ya bir tren yolculuğu yaptım.
ara istasyonlarda indim. Hep bir son bakıştı, hem gözlerimden,
hem yüreğimden...

2010 Temmuz'un da Datça'ya yerleştim, 
İstanbul'a son dört yıl da iki kez gittim.
sevdiklerim yanıma gelince,
 doğup büyüdüğüm şehri hiç ama hiç özlemedim.
evde istirahat ile geçirdiğim bu günler de, bilgisayarımdaki fotoğraf arşivime,
sıkı bir temizlik yapıp, harici diske yedeklerken.
bu kareleri gördüm.


içim burkuldu, atık bu tren hattı bu şekli ile yok.(yokmuş)
oysa doğduğum günden itibaren hayatımın bir parçası idi.
Hat boyu semtlerinin birinde doğdum ve yaşadım. 
tren istasyonu eve 5 dakika mesafe de idi. Tren geçerken, ray sesleri,
bebekliğimden beri nini gibi gelen bir sesti.
Sirkeci'ye gitmek oradan,  Mısır Çarşısı ve Tahtakale'yi gezmek.
Alışveriş zamanı, bayram ya da yılbaşı, annemin elinden tutup, 
yorucu ama çok heyecanlı bir macera yaşamaktı.


Gidiş- dönüş satılan, ortan kırılan kalın ve deliği olan, karton biletleri hatırlarım.
mevki dönemini bilmesem de, Babaannemin anılarından dinlemişliğim vardır.
Mevkili koltuklar, birinci mevki, lüks deri ve yumuşak koltuklardı. 
Mevki kalksa bile koltuklar uzun zaman kullanım da kaldı.


Birde istasyonların etrafın da yapılar vardı.
tek katlı şirin evler, istasyon şeflerinin evleri.
O zamanlar bana çok ürkütücü gelen su depoları,
her istasyonun sonunda olan, penceresiz kulübelerin gizemi,
hep orada ne var diye merak etmişimdir.
Sabırsızca, kapı üstündeki tabeladan durakları sayardık.
ve hep içimden ''İMDAT FRENİ''ni çekme isteği geçerdi.
ama yapamazdım. Bilet kontrol memurları vagonları dolaşırdı.

Sirkeci'de saat ve yol göstergesinden kim ilk önce yolu bulacak oyunu oynardık.
Eğer vakit daralmışsa koşarak ilk vagona binmenin heyecanı.
Alışveriş çantalarına yan gözle bakar, evde bizi nelerin beklediğini bilmenin keyfini yaşardık.
Aklıma gelenleri yazdım, İstanbul'da doğup,büyüyen herkesin sevdiğidir trenler ve istasyonlar.
İstanbul'daki arkadaşlarım telefon görüşmelerinde sıklıkla artık tren yok diyorlar, geldiğimde
 üzüleceğimi  bildiklerinden, alıştırıyorlar.
Birçok istasyonun fotoğrafı yok bende ama anıları ne çok.
Cankurtaran da inip, Erol Taş'ın kahvesine giderdik. Oradan tarihi bir yolculuğa...
İstanbul'a çok yazık ediyorlar, birazda bundandır, gitmek istemeyişim, şehir doğup, büyüdüğüm şehir değil.
Eminim sizin de pek çok anınız vardır. eğer yorumlara yazarsanız. belki anılarımız sonsuzluğa kalır.

Salı, Şubat 18, 2014

kap kacak meselesi bitmemiş...

geçen hafta paylaştığım,
 emaye kap kacak,sergim de 
meğer eksik varmış,
mutfakta bir köşede duran,
ekmeklik...


öyle çok büyük birşey değil,
bir ekmek sığar içine.


ekmek yemediğimden,
içinde ekmek olmuyor,
tarifleri yazdığım defter durur içinde. 


unuttuğum için kendisini,
dört adet fotoğrafına yer verdim sayfam da.


işte emaye merakım...

Cumartesi, Şubat 15, 2014

sağlıklı da olsun...


bir süre, dışarıdan fotoğraflar çekemeyeceğim,
perşembe akşamı, merdivenin son iki basamağını,
birden inmek suretiyle düştüm,
sağ ayağımın, en küçük parmağı kırılmış,
ev kazası işte  
istirahat edip, yürümeyeceğim .
artık arşivden idare edeceğiz.

güllerin budanma zamanı,
budanmayan son tomurcuk güllerden...


nereye koysam yakıştı.


aralarındaki o minnak, uçuk eflatun mineler var ya,
onlar bir tür sarmaşık, bahçemin sadece bir köşesinde oluyor.
çok narinler...


kış odam, çatı katı..
çünkü kışın, daha çok kitap okumak ,
 film izlemekle geçiyor zaman.
ve teras ta manzara gayet güzel...


güller bitmeden...

 keyifli ve de sağlıklı günlerimiz olsun...

Perşembe, Şubat 13, 2014

çatı katını çiçekler bastı...






kap kacak merakım...

emaye kap kacak merakım var. 
neredeyse üç yıl oldu, 
artık eskisi kadar çok üretilmiyor.
üretilen tencereler var, lakin saklama kabı falan.


cezveler annemden, beşli setmiş, kalanlar bunlar.


büyük kupalar, Prag'dan alındı.


küçük kupa babaannemden,


çok iyi hatırlıyorum, babaannemin 70'li yıllarda,
Bulgaristan'a yaptığı bir seyahatten getirmişti.
o yıllar özellikle balkan ülkelerinde üretimi yaygındı.


bu kupa, ne büyük ne küçük 
kahvemi çoğunlukla onda içiyorum.


bir de yoğurt mayaladığım tencerem var,
arkadaşımın annesinden.


aslında eski çinko kapaklı kovalardan olsa,
yoğurt mayalamak için.


merak işte...